Friday 27 June 2008

Birseyler Yapmali

Su aralar gündemde olan birkac olay cok ama cok sinirimi bozuyor.

1. MNG Holding'in Bodrum'da Pina yarim Adasinda Yaptigi Dolgu

MNG Holding'in cevre bilinci kampanyasi acmasi ise iki yüzlulükten baska birsey degildir. Bu tarz "kurumsal sorumluluk" kampanyalarinin ictensizliklerine bir örnek daha.

2. Hayasiz kiyafeti yuzunden 6 ay hapis cezasi alan Kadin

Konu ile ilgili Oral Calisar'in yazisi ve NTVMSNBC haberi'ni okumanizi tavsiye ederim. Yargi ile Yasama arasindaki makro tartismalar icinde kaybolmusken, ve "Irtica"ya karsi en önemli koruma mekanizmasinin yargi oldugunu düsünürken bu tarz bir haber ile karsilasmak gercekten cok moralimi bozdu.

3. Kamu arazilerinin isgalinin suc olmaktan cikarilmasi, ve iskan ruhsati olmayan binalara altyapi hizmetleri verilmesinin suc olmaktan cikarilmasi

Konuyla ilgili NTVMSNBC haberi.

Bu konular ile ilgili tepkimi göstermek, göstermekden ziyade birseyler yapmak istiyorum. Eminim bu haberleri okuduktan sonra böyle düsünmeyen olmayacaktir. Ancak ne yapilabilir? Facebook gruplari acmak, saga sola e-mail iletmek degil kastim.

Bu islerle mücadele etmek zaman ve emek istiyor. Zaman emek carpimini insanin en degerli yaratisi olarak gördügüm ve bunu da günümüz dünyasinda para ile degerlendigini bildigim icin bu konuda örgütlenmis dernek veya topluluklara para yardimi yapmanin en iyi yol olacagina inaniyorum.

Bu dernekler bu paralari efektif olarak kullanmalilar, kimseye dokunmayan kampanyalar yapmak yerine Avukat tutmalilar, kamuoyunu etkilemek icin reklamlar cekmeliler ve yayinlamalilar. Yasamanin yarginin kararlarini stajyerler tutarak, izleme kurullari olusturarak takip etmeli ve basinin yaptigi isi raporlar yayinlayarak kendileri eline almalilar. Birkac girdimde bahsettigim Americans United bu dedigim tarz faliyetleri Amerika'da laiklik ilkesinin korunmasi icin yapan bir kurulus aslinda. Bu tarz faliyetlerde bulunan dernek ya da kuruluslar hakkinda bilginiz varsa beni haberdar ederseniz sevinirim.

Tuesday 24 June 2008

Mahallede Cikan Adimiz ve Kapatma Davasi

Seküler etik -daha önceki yazimda belirttigim gibi etik dogasi geregi sekülerdir, bu seküler sifatini daha sonra dogan din bazli etikten ayirmak icin kullaniyorum- bu aralar kafami mesgul eden konulardan biri. Milli Takim'in basarisi bu aralar bu konulari biraz gündemde geriye dusurmus olsa bile AKP'nin kapatilma davasi ve Yargi ile Genel Kurmay arasindaki ilginc iliskiler bu konuyu baska bir acidan bakmama vesile oldu.

Seküler etik'in en basit sorularindan biri birey'in neden yalan söylemedigidir. Cok hakim olmasam da Kant'tan baslayarak filozoflar bu konuya cevaplar getirmeye calismislar. Benim en kafama yatani önemli Özgürlükcü düsünürlerden biri olan David D. Friedmann'in aciklamasi oldu. Insanlarin kisitli hafiza ve hesaplama yetenegine sahip varliklar oldugu, ve söyledikleri yalanlarin hepsini hatirlayamayacaklarini, ve bir kez yalan söyleyince yiyecekleri yalanci damgasinin bedelinin dogruyu söylemenin bedelinden daha yüksek olacagi icin yalan söylemediklerini savunuyordu Friedmann. Yalanci Coban hikayesinin ana fikri de budur aslinda. Bu aralar ülkemizde popüler olan mahalle baskisi kavramindan ziyade "mahallede cikan adimiz" yüzünden ahlakli olmaya mecburuz, ya da olmaya calisiyorz.

Bu acidan bakildiginda her türlü ahlak sorununda mahallede, ya da kamu oyunda, ya da arkadas cevremizde olusturdugumuz "ün" ya da "izlenim" büyük önem tasiyor. Bu adam, bu kadin, bu kisi, bu grup yalan söylemez-adam kandirmaz-gücsüzü ezmez-haklinin yanindadir kanisini olusturmak ve bu kaniyi korumak en önemli sorunumuz bir acidan.

Bu tarz bir bakis acisini kamu oyunda birbirleriyle "konusan" tüzel kisilere, kurumlara da uygulamak mümkün. Bir kurum herhangi iyi bir nitelik ile ünlendigi zaman bu niteligini korumak adina her attigi adimda iki kere düsünmeli. Demokrasinin en önemli ilkelerinden biri gücler ayriligi ve gücler dengesi. Buradaki gücler aslinda birbirleriyle konusan tüzel kisilikler. Ve bu tüzel kisiliklerin gücleri aslinda "ünleri" ile dogru orantili. Direk secim ile gelmeyen Yasama icin ise bu had safhada önemli. Yasam organi toplumda güven saglamali, ve bu güveni korumali, her ne pahasina olursa olsun. Gecen hafta olana bakin. Türban ile ilgili karar cikariyor Anayasa Mahkemesi, ve kamuoyunda AKP daha savunmasini vermeden(!) kapama davasinin sonucu kesinlesti kanisi yayiliyor. Anayasa Mahkemesi "adalet"'in temeli olan "adil yargi"'nin yeri olma "ünü"'ü tamamen kaybetmis. AKP'yi kapatirsa -deliler yeterli degil kanimca- bu ününü daha da yitirecek, ve az önceki önermem sonucu gücünü de kaybetmis olacak. Sanal Muhtira ile -en azindan demokratik platformlarda- gücünü yitirmis olan Askeriye'nin yanina Yasama da gelirse Yürütme ile Yasama'nin önünde kimse kalmayacak. Bu da AKP icerisindeki -dar da olsa var olan- Islamci kesimin hepimizi korkutmasi gereken amaclarinin önünü acabilir. Korkum budur. Birseyi korumak icin iyi niyetle atilan adimlar, iyi niyetle atildi diye o seyi koruyacak degil ne yazik ki...

Thursday 20 March 2008

Kapatilma davasi uzerine

Gecen sene ortasinda secimlerle baslayan, Abdullah Gül’ün Cumhurbaskani secilmesi ile suren, bir ara yeni anayasa tartsimalarinda kimlik bulan, MHP’nin cikarci atagi sonucunda turban yasagi eksenine giren, ve en son olarak AK Parti hakkinda acilan kapatilma davasinda iyiden iyiye bir catismaya donen politik savasimi “Turkiye’nin gecikmis kuvvet paylasimi sorunu” olarak biraz daha genis bir perspektifde yorumlamaya calismadan once, laiklik ve dinin topumdaki yeri hakkindaki kendi goruslerimi kisaca hatirlatmakta fayda goruyorum.

Hangisi olursa olsun, bir yerden sonra bilincli olarak mantik ve aklin “inanc” adina feda edilmesini -Danimarkali yenilikci din adami Kierkegaard‘in terimi olan inanc atlamasi, leap of faith’den bahsediyorum- gerektiren Din kavraminin toplumu duzenlemek icin kullanilmasini dogru bulmuyorum. Burada duzenlemeyi yapan ucuncu bir organ oldugu, ve bu organin demokratik sureclerle secilmis bir devlet oldugunu varsaydigimi vurgulamam gerek. Din su veya bu sekilde tartisilamayacak bazi mutlaklara inanci, her turlu tartisilamayacak mutlak deger de bu degerlerin suistimalini birarada getirdigi icin kesinlikle kisisel kalmalidir. Bu dusuncelerime az once bahsettigim gecikmis kuvvetler paylasimi savasinin bir muharabesi olan turban konusunu yorumlarken deginecegim.

Gecikmis kuvvetler paylasimi savasi

Gecen Ekim ayinda ilginc bir sekilde CEBIT Euroasia’daki Tarih Yayinlari standi’nda elime gecen Ankara Universitesi hocalarindan Yahya Tezel’in Cambridge’deki “1923-1950 Turkiye Cumhuriyetinin Iktisadi Tarihi”baslikli doktora tezinin kitaplastirilmis hali gecti. Ikinci kismi ekonomi bilgime gore agir kactigi halde 1923’e gelen sureci Bizans imparatorlugundan alarak ozetledigi ilk kisimi gercekten cok ilgimi cekti, ve birkac zamandir aklimda olan dusunceleri pekistirmeme yardimci oldu.

Tezel tezinde Bizans ekonomik modelinin asiri korumaci ve asiri merkeziyetci yanini vurgularken, Osmanli Timar sisteminin Bizanstan alinma olduguna dikkat cekiyordu. Genel olarak yonetimdeki dar cikar kadrosunun cikarlarini gozetmek icin bolgesel yoneticilere devredilemez sekilde birakilan bu timarlarin, zaman zaman politik linc girisimleriyle bu yoneticilerin elinden alinmasinin, ve gercek anlamda bir mulkiyet olmamalarinin, yoneticilerin timarlarini daha efektif bir sekilde kullanmak icin herhangi bir nedenleri -incentive- olmamasina yolactigini savunan Tezel, kullanilan ilkel tarim teknikleri de isin icine girince -ilk cagdan kalmis tarim teknikleri Cumhuriyet’in ilk yillarinda dahi devam ediyordu- birakin endusturiyel uretimi, on-kapitalist birikimin bile Anadolu cografyasinda eksik oldugu sonucuna variyordu.

Boyle bir cografya’ya gelen Turk kavimleri’nin o zamana kadarki ekonomik duzenleri ise ele gecirilen ganimetin hakan tarafindan yine kendi cikar cevresine dagitilmasi esasina dayaniyordu,-burasi benim yorumum, Islamiyet öncesi Turk kavimlerinin ekonomik yapisi hakkinda bilginiz varsa benimle paylasirsaniz memnun olurum- ve dolayisiyla yerlesik bir toplumu yonetmek icin yeterli “know-how”a sahip degillerdi. Bizans yonetim kadrolarinin alinmasina kadar siki bir entegrasyonu gerektiren bir degisim sureci sonucunda Osmanli ekonomik duzeni ganimet paylasimi, ve verimsiz bir tarim gelirlerinin yine ayni dar cevreye dagitilmasi uzerine kuruldu. Kendi kendini destekleyemeyen bu modelin cok kisa bir surede nasil Avrupa’li merkantil sermaye ile iliski kurdugu ve borclanmaya basladigi yine Tezel’in tezinde orneklerle gosteriliyor. Cografyamizdaki bir sonraki buyuk rejim degisikligi olan Kurtulus Savasi ve Atatürk Devrimleri’nin de ekonomide yapisal olarak buyuk degisimler getirmedigini goruyoruz. Kurtulus Savasi’nin finansmani sirasinda -kahramanca carpisan, ac kalan kadin erkek tum Turk vatandaslarinin emeklerini, fedakarliklarini kucuk gormek gibi bir amacim yok, ancak savaslar da her insan aktivitesi gibi ekonomik yonu olan aktivitelerdir- yonetici kadronun eski toprak sahipleri ile yakin iliskiler kurdugu, ve ozellikle 1930’larda CHP üyeliginin ekonomik kazanimlar icin bir on kosul haline geldigi de kanitlara dayanan -ornek olarak ulkede uretilmeyen mallarin ithal ikamesi kapsamina sokulmasi, ve ithalat izinlerinin parti uyelerine dagitilmasi gibi- bir yorum olur. Cok partili sistemin gelmesi ile direk uretime dayanmayan, rant, vergi, dis yatirim, kalkinma destekleri gibi kalemlerin dagitilmasi CHP’den iktidari ele geciren partinin dar yonetici kadrosuna gectigini de gozlemleyebiliriz.

Yaklasik 1500 yillik bu kisa ekonomik ozete baktigimiz zaman, Celali isyanlari disinda, deger uretiminin kontrolunun dar bir cikar cevresinden daha genis kitlelere aktarilmamasi nedeniyle yasanmis buyuk bir ayaklanma, catisma, ya da politik bir hareket goremiyorum. Halbuki butun oturmus demokrasilerde bu tarz kuvvet paylasimi savaslari olmustur, ornek olarak Amerikan Ic Savasi’ni, Fransiz Ihtilali’ni,Ingiltere’de yuzyillar suren Parlemento-Kralci savaslarini, Almanya’daki “Koyluler Savaslarini”, tum Avrupa’yi etkisine alan 1850 devrimlerini, Bolsevik Devrimini alabiliriz. Bizim ile muadil “demokrasi”lerde, Guney Amerika devletleri, Hindistan gibi, toprak reformu konularinin hayati onem tasidigini gorebiliriz. Demokrasi uretim fazlasi dahil tum kamusal varliklarin demokratik sureclerle tum hak sahiplerine dagitilmasini icerirken, demokratiklesme surecindeki ulkemizde boyle bir savasimin gec olsa da yasanmasinin gerekli olduguna inaniyorum.

Yazi icerisinde savas ve savasim kelimelerini degismeli olarak kullandim. 1980’lerden itibaren acilan ekonomi ile sehirlere gocmus insanlarin ekonomik guc elde etmesi, ve bu ekonomik gucu kendi istekleri dogrultusunda kontrol etmek istegiyle politikaya veyahut da demokratik sureclere girmesi ayni zamanda ülkemizde yeteri kadar islemese de bu sureclerin var olmasi sayesinde kuvetler paylasimi cekismeleri bir ic savastan cok demokratik bir savas, ya da savasim-mucadele- halinde oluyor.

Ünlü Fransiz düsünür Fouccault’un demokrasi bakis acisindan bakilinca bu taz catismalarin olmasi demokrasilerin saglikli gelismesini ve sekillenmesini saglayan bir olgu.Zira demokrasi cogu insanin kafasinda oldugu gibi sadece secimlerden, anayasadan, ve siyasi partilerden olusan cogunluk oyu prensibine dayanan tanimlanmis bir sistem olmaktan ziyade, her toplumda kendi dinamiklerine gore sekillenmesi gereken, toplumsal cekismeler icinde insan ozgurlugunu, esitligini saglamaya calisan ve tum vatandaslarin aktildigi bir projedir. Ulkemizde bu proje uc kere sekteye ugramis olsa da, bu tarz bir mucadelenin sonrasinda , mucadelenin taraflari demokratik sureclerde tam olarak temsil edilmesi kosuluyla basarili olabilecektir. Ancak tam bu noktada bir kac cekincem var.

Su an AK Parti’nin daha once Menderes’in, Ecevit’in -Unutmayalim ki Ecevit eski rejim’in temsilcisi Ismet Inönü’yü saf disi birakmisti- yaptigi gibi kuvvetler paylasiminda isteyen konumunda bulunan kesimin nabzina uygun davrdandigi icin %47 ile iktidarda. Ancak bu demek degildir ki AK Parti bu savasimda genis kesimlerin cikarlarini temisl ediyor. Keza ne parti programlarinda, ne de su ana kadar yaptiklari duzenlemelerde kuvvetin genis kesimlere yayilmasi amacini goremiyorum.Su an AKP yonetici kesimi kamu oyuna gozukmeyen yerlerde rant dagiticiligi oynarken, kamu oyuna karsi kuvvet paylasimindan pay alamayan kesimin savunucusu ilkeli partiyi oynamakta.

Ozgur basin icin gerekli olan basinin finansal ozgurlugu ulkemizde rant dagitimi bazli ekonomik baglantilar yuzunden basinin iktidarin faaliyetlerini yeterince irdeleyememsi sonucunu dogurdugu icin AKP’nin bu iki yuzlu taviri secmenlere yeterince iletilemiyor. Bu yapisal bozukluk az once bahsettigim saglikli demokrasinin kurumsallasmasi icin gerekli oldugunu dusundugum mucadelenin saglikli islememsinin onundeki en buyuk engellerden biri.

Toparlamak gerekirse bugunku savasimin ve tartismalarin uzunca bir sure devam edecegini, yukarida bahsettigim tehlikelerin yanina AK Parti icinde demokrasi karsiti din temelli devlet hayali kuran, dolayisiyla demokrasi karsiti olan bir grup bulundugu icin Türkiye’deki demokrasi projesi’nin buyuk bir tehlike altinda oldugunu dusunuyorum. AK Parti’nin iyi bir dalga yakaladigini, ama er gec sorunun kaynagina inmediginin secmenlerce gorulecegine, bunun gelmesi muhtemel bir ekonomik kriz ile olacagini tahmin ediyorum. Ayni zamanda universitelerde turban meselesinin de bu uzun surecteki gecici bir mevzu oldugunu, bu konu cozulse bile baska konular ekseninde tartismalarin devam edecegini dusunuyorum.

Demokrasinin anlami ve kapatma davasi

AK Parti israrla demokrasiyi cogunluk oyu kavramina bagliyor. Demokrasi ile en basit kaynaklarda bile cogunluk oyunun cogunlugun diktatorlugune yolacabilecegini, bunu engellemek icin anayasa yazimindan tutun sivil toplum orgutlerine dek degisik organlarin modern bir demokrasinin parcasi oldugu yaziliyken bunu israrla soylemek populist ve cikarci bir yaklasimin belirtisidir. Bunun karsisinda modern bir demokrasiyi savunanlarin israrla tum secmenlere birgun azinlik durumuna dusebileceklerini, ve bu yuzden icinde bulunmasalar bile tum azinlik haklarinin korunulmasinin gerekliligini anlatmalari gerekli. Ancak su an bunu yapan hicbir siyasi parti goremiyorum. Azinlik haklari dernekler yasasiyla gasp edilirken, Cingene vatandaslarimizin sesleri duyulmazken sessiz kalan partiler AK Parti karsisinda basarisiz olmaya mahkumlar ne yazik ki.

Modern demokrasinin en onemli unsurlarindan biri hepimizin bildigi gibi kuvvetler ayriligidir. Ulkemizde pek konusulmayan baska bir konu ise bu kuvvetler arasindaki dengeyi saglayan Amerikan politikasindaki adiyla “checks and balances” kavramidir. Bu kavram cogunlugun diktatorlugunun ulkede geri donulmez degisikliklere yol acmasinin onunde durur. Secimler sonrasi yazdigim yazida ulkemizde boyle bir sistemin oturmamis oldugunu soylemistim. Anayasa degisikligi olmadigi icin bu durum devam etmekte. Boyle bir guvencenin olmadigi durumlarda ise Asker gibi modern bir demokraside sivil iradenin altinda olmasi gereken bir kurum 5. bir kuvvet olarak ortaya cikiyor.

Bu cerceveden Anayasa mahkemsinde acilan davayi demokrasinin bir parcasi olarak goruyorum. Ak Parti’nin Anayasa mahkemesini halka kotulemesini demokrasiye inanmadiklarinin baska bir kaniti olarak algilanabilir. Bir demokraside yuksek yarginin gorevi kanunlara karsi gelen hukumeti kontrol altinda tutmaktir. Kanunlara karsi gelindigini dusunuyorsa bir savcinin iddaname hazirlamaya ve dava acmaya hakki vardir. Bir hukuk devletinde kanunlara karsi cikan devletin kendisi bile olsa sonuclari ne olur diye dusunulmeden hukuki surecler baslamalidir. Bu acidan Erdogan’in ulkenin savci’nin ulkenin istikrarini dusunerek dava acmamasi gerekirdi argumani yine hukuk devleti kavramindan ne kadar uzak oldugunun bir gostergesidir.

Dava acilmasini bugunku kanunlar goze alindiginda dogru buluyorum, ancak kanunlar dogru mudur sorusunu da sormak gerekli. Iste bu yonden yaklastigim zaman herhangi nedenle olursa olsun -kökten dincilik, ayrilikcilik- demokrasi karsiti hareketler icinde bulunulan partiler ile kapatilma yolu ile mucadele etmenin verimli bir yol olmadigini dusunuyorum. Bunun icin iki neden var aklimda, oncelikle her ne kadar bu tarz politik catismalarda taraflar karsilarindaki tarafi kendi destekcilerine tek yonlu kotu canavarlar olarak tanitmak kolayciligina kacsalar da iki yanda da ilimlilar bulunur. Kurunun yaninda yasi da yakmak o gruptaki kurularin gucunu arttirdigi gibi, once bahsettigim demokrasi projesinin oturmasi icin gerekli olan tartisma ortamini baltalar. Bunun yaninda genel olarak butun demokrasilerde populist davranmayan taraf “elitist” olarak damgalanma tehlikesi ile karsi karsiyadir. Kaldi ki Türk demokrasisinde, ozellikle “ulusalci/asker yanlisi” kesimde, bu elitist damgasinin hakli oldugunu da dusunuyorum. AK Parti ozelinde, AK Parti’nin kullandigi retorik’in kendini ezilmis goren kitlenin duygulari ile ortustugunu, AK Parti hareketleri ile bu kitleyi temsil etmese de, kapatilmasi halinde bu kitlenin AK Parti’nin bu yuzunu gormekten ziyade, kendilerini AK Parti ile daha da ozdeslestireceklerini dusunuyorum. Bu da az once bahsettigim gibi ulkemizdeki demokrasi projesine zarar verecektir.

Iddanameyi okudum, ozellikle Milli Egitim Bakanligi’nin icraatlari disinda daha cok medyada yer alan beyanalra dayali bir iddaname, ve dusunce ozgurlugu acisindan bakildiginda guclu kanitlar degil bu kanitlar. Milli Egitim Bakanligi icraatlari ile ise dogrudan bu icraatlari Anayasa Mahkemesi’ne goturerek mucadele edilebilecegini dusunuyorum.

Laiklikin korunmasi

Ulkemizde bir 5. güc olarak kendini gosteren, ve pratikte laikligin korunmasi icin en onemli kuvvet olan Asker’in Abdullah Gül’un Cumhurbaskanligi surecinde politik arenada guc ve inandiricilik kaybettigini hepimiz biliyoruz. Bu tarz davalar ile Yargi’nin da Anayasa yolu ile secmenlerden aldigi vekalet’i -mandate- secmenler gozunde kaybetme tehlikesi var, ki bu da demokrasinin en onemli yapitaslarindan biri olan Laiklik ilkesinin bir korumasinin daha etkisiz kalmasi anlamina geliyor.-Asker’in modern bir demokraside yeri yoktur, ancak ülkemizde durum bu. Bu durumda cozum nedir diye sormak gerekli, bunu da bir sonraki yazida tartismak istiyorum.

Ana hatlariyla laikligin demokrasinin en onemli parcalarindan biri olduguna inanan vatandaslarin aktif olarak inandiklari dogrular icin mucadele etmesinin dogru yol olduguna inaniyorum. Bunun icin Amerika’da 1960’lardan beri Amerikan demokrasisi terimiy ile “kilise devlet ayrimi”ni korumak icin mucadele veren, partilerden ve dinlerden bagimsiz, tamamen bagis destekli sivil toplum kurulusu olan Americans United ornegini uygulunabilir buluyorum. Cozumun bir diger ayagi da anayasamiza calisir bir “checks and balances sistemi”nin eklenmesini, ve darbe yadigari anti demokratik yasalarin -301, secim kanunu, partiler kanunu- Avrupa Birligi Sureci cercevesinde degistirilmesi olduguna inaniyorum.

Thursday 31 January 2008

Pandora'nin kutusu acildi

Türkiye'de MHP'nin "pre-emptive" türban girisimiyle türban adi altinda Pandora'nin kutusu acildi.

AKP'nin "türban siyasi simge olsa ne olur" cikisiyla aslinda laik bir parti olmadigini sonunda aciklamis oldu, umarim gecen secimde AKP'nin uzlasmaci ve "yeniden-dogmus laik" söylemlerine kanan secmenler, dini bir gerekliligin siyasi bir simge olarak kullanilmasini onaylayan, ve hatta destekleyen bir partinin Türkiye Cumhuriyeti'nin en önemli yapitasi olan Laiklik Ilkesi icin bir tehtid oldugunu görürler.

Türban yasaginin yalnizca Üniversite'lerde kaldirilmasinin, Amerikan siyasi dincilerinin Akilli Dizayn safsatasini kullandiklari gibi seküler sistemi yarmak icin kullanilan bir kama olduguna inaniyorum. Kalkan bu yasagin yalnizca üniversitelerle sinirli kalacagini dusunmuyorum.

Ancak özgürlükcü bir insan olarak türban yasagini hakli cikaracak güclü nedenler bulmakta zorluk cekiyorum. Tehlikeli egim yaklasimi, yani türban'i serbest birakmanin teokratik bir düzene giden bir egimde ilk ivmeyi verecek olmasi yaklasiminin disinda bir cözüm bulamiyorum. Bu konuda, yani türban yasaginin arkasina güclü bir neden koymak konusunda en büyük görevin Türk entellektüellerine düstügüne inaniyorum. Siyasi muhalefete en ufak bir inancim kalmadi. Türk Ordu'sunun siyaset'e karismasini dogru bulmuyorum. Ancak ne yazik ki takip edebildigim kadariyla Türk entellektüelleri bu konuda bir tembellik icinde.

Nuri'nin blogunda yer verdigi Yilmaz Özdil yazisi entellektüel tembelligin sonuclarini cok aci bir sekilde anlatan baska bir siiri aklima getirdi. Türban sorunu ile Soykirim arasinda bir baglanti kurmak gibi bir amacim yok. Altini cizmek istedigim nokta böyle tembellik sonucu verilen kücük tavizlerin nerelere varabilecegi. Asagidaki siir Alman Protestan Kilisesi üyesi Nazi karsiti rahip Martin Niemöller'e ait.

Naziler Komünistler'i aldiklarinda,
Sustum;
Ben komünist degildim ki.

Sosyal Demokratlari hapsettikerinde,
Sustum;
Ben Sosyal Demokrat degildim ki.

Sendikacilari aldiklarinda,
Protesto etmedim;
Ben Sendikaci degildim ki.

Yahudileri aldiklarinda,
Sustum,
Ben Yahudi degildim ki.

Beni aldiklarinda,
Protesto edecek kimse kalmamisti artik.

Thursday 20 December 2007

Tarim Yoluyla Kalk(in)ma

Gecen haftalarda Economist dergisi yukselen temel besin fiyatlari ile ilgili 6 sayfalik ozel bir rapor hazirladi -verdigim baglanti uyelik gerektirebilir, ilgilenenlere mail olarak raporu yollayabilirim. Raporda -real fiyatlarla 1974 seviyelerinin altinda kalsa da- rekor kiran temel besin fiyatlarindaki artis, uzun donemli olarak gelismekte olan -Cin, Hindistan basta olmak uzere- ulkelerin daha cok et ve benzeri daha karmasik besinler tuketmesi, kisa donemli olarak da ozellikle Amreika’daki etanol desteklerine baglaniyor. Sonuc olarak da dunya temel besin piyasasinda bir arz talep dengesizliginin bulundugu, ve eger dogru politikalar kullanilirsa bu fiyat artisinin dunya yoksullarinin cogunun yasasdigi tarim ile gecinen kesimin hayat kalitesi seviyesinin arttirilmasinda ve gelismekte olan ulkelerde derinlesen sehir kirsal gelir adaletsizliginin giderilmesinde kullanilabilecegi idda ediliyordu.

Ayni gunlerde Turk basininda hedeflerin altinda kalan buyume oranlari ile ilgili haberleri okurken ulkemizin onemli uretim kollarindan olan tarimdaki buyumenin -7.9 oldugunu okudum. Bu iki birbiri ile celisen gercek karisinda iktidar ve muhalefet partilerinin internet sitelerine girdim ve tarim ile ilgili politikalarini arastirdim. Sonuclar ulkemizi geriye goturen politikasizlik kiskacinin bir kendini gosterisiydi.

AK Parti’nin websitesi icerik olarak CHP’ninkinden cok daha iyi olsa da -genis kapsamli bir Ingilizce versiyon bulunmakta, CHP’nin Ingilizce sitesi 6 aydir yapim asamasinda-, liberal bir tarim politikasinin ozetlenmesinden oteye gitmiyor. Secim beyannamesinde anlatilan icraatler ve verilen sozler kisisel kanimca “dogru” bir tarim politikasinin -fiyat destegi yerine gelir destegi, temel besin borsalari ile tarimsal riskin devletce degil ozel girisimcilerce ustlenilmesi, klasik ailesel tarimdan sanayi tarim’a gecilmesi- parcalari olsa da dunya ile rekabet edebilmek icin gerekli olan altyapi yatirimlarini icermiyor.

CHP ise tum iyi niyetime ragmen beni bir kez daha hayal kirikligina ugratti. Su an erisilemeyen internet sitesinde okudugum secim bildirgesi CHP’nin girdigi kimlik bunaliminin aciga vuruyor. Tarim politikasi adeta klasik sosyalist bir parti bildirgesi gibi. Ziraat Bankasi’nin tekelinin geri getirilmesinden tutun da fiyat garantileri gibi gecmiste kalmis devletci ve piyasa karsiti onlemler birkac cumle ile ozetleniyor.

Ayrica yaptigim bir arastirma’da ulkemizde tarim politikalari icin calisan birkac arastirma enstitusunun de oldugunu gordum, ancak onerilerini okumaya zamanim olmadi. Iki partinin ya dab u arastirma enstitulerinin tarim politikalari ile daha detayli bilgisi olan benimle paylasirsa sevinirim.

Tuesday 9 October 2007

Anayasa Taslag

Daha onceki bir girdimde pdf haline getirip size sundugum AKP'nin Anayasa taslagini okudum, yorumlarimi sizinle paylasmak istiyorum.

* Cumuriyetin nitelikleri (Madde 2): Turkiye Cumhuriyeti insan haklarina dayanan, Ataturk milliyetciligine bagli, demokratik laik ve sosyal bir hukuk devletidir.

Görüldügü gibi korkulanin aksine "laiklik" Cumhuriyetin temel esaslarindan biri olarak kaliyor. Benim burada fazla olarak gordugum nokta Ataturk milliyetciligi kismi. Bu gozlemim iki nedene dayaniyor, oncelikle "Ataturk Milliyetciligi" kavrami cok yerlere cekilebilecek bir kavram. Ataturk'un milliyetciliginin cumhuriyetin gelisimiyle birlikte sekil degistirdigi dusunulurse boyle bir tanim yanlis oldugu kanisina varilabilir. Kaldi ki bir devlet milleti icin vardir ve bu nedenle tanimsal olarak -per se- milliyetcidir, bu baglamda milliyetci devlet yerine milleti icin var olan devlet kavrami dusunulebilir.

*Kuvvetler Ayriligi: Anayasa'nin Ingilizce deyimi ile "checks and balances" ya da bizim bildigimiz adiyla "kuvvetler ayriligi" bakimindan iyi analiz edilmesi gerekli. Kuvvetler ayriligi analizinin yaninda ayrik kuvvetlerin tek bir elde toplanmasini engelleyici yontemler de anayasaya dahil edilmeli.

Bunun yaninda anayasal bazli olmayan 4. kuvvet olan Basin'in diger kuvvetler ile eklemlesmesinin onune gececek, basin ozgurlugunu kisitlamayan, ancak ozgur basin ile propaganda basini arasindaki cizgiyi cekecek maddeler de gerekli kanimca.

Bu baglamda mesela 6. Madde iyi incelenmeli:

Madde 6: Yasama yetkisi Türk Milleti adina TBMM'nindir. Bu yetki devredilemez. Kanun hukmundeki kararnamelere iliskin hukumler saklidir.

Yasama yetkisinin hukumete kanun hukmunde kararnameler yoluyla hukumete devri maddenin ilk kisminda bahsedilen yasama erkinin bagimsizligi ile celismektedir. Bu maddenin gerekcesi olarak Avrupa Birligi Uyum Sureci gibi hizli kararlar alinmasi gereken sureclerde Meclisin yeterince hizli isleyemeyecek olmasi gosteriliyor. Yasama erkinin yegane sahibi Meclisin iyi calisamamasininkotu sonuclarini engellemenin yolu bu erki baskasina devretmek degil, MEclisin efektif calismasini saglamak olmalidir.

* Temel hak ve ozgurluklerin sinirlanmasi (Madde 12): Bu Madde'de Turk vatandaslari ve yabanci uyruklular icin iki ayri kriter konulmaktadir. Temel hak ve ozgurlukler evrensel insan haklarina dayandigi icin bu hak ve ozgurluklerin kisitlanmasinda ayrimcilik yapilmasi anayasanin esitlikci ve evrensel ozelligini yaralamaktadir.

* Temel hak ve ozgurluklerin sinirlanmasi (Madde 13): Bu maddese 2 alternatif verilmekte. Kanimca "insan haklarina dayanan laik ve demokratik cumhuriyeti ortadan kaldirmak" amacinda temel hak ve ozgurlerin kotuye kullanimlis olacagini belirten alternatif daha uygundur.

* Kisi Hurriyeti ve guvenliginin sinirlanmasi (Madde 18): Bu maddenin kisi hurriyetinin sinirlanabilecegi durumlari belirtirken su ilginc ifadeye yer vermekte:

"Toplum icin tehlike eden akil hastasi, uyusturucu madde veya alkol tutkunu, serseri veya hastalik yayabilecek kisilerin bir muessesede tedavi egitim ve islahi icin alinan tedbirlerin yerine getirilmesinde"

Serseri nedir, kime denir? Alkol bagimlisi insan kime denir? Bu gibi objektif olmayan tanimlar istismar edilmeye aciktir. Bu gibi ucu acik tanimlar yerine toplumun herhangi birinin temel hak ve hurriyetlerine zarar veren kisilerin kisi tanimi daha dogru olur.

* Hürriyetlerin sinirlandirilmasina iliskin(Madde 19, 21, 22, 31): Bu maddelerde cesitli hurriyetlerin

"Milli guvenligin, kamu duzeninin, genel ahlakin, ve baskalarinin hak ve hurriyetlerinin korunmasi ve suc islenmesinin onlenmesi"

amaciyla kisitlanabilecegine yer verilmektedir. Genel ahlak kavrami yoruma acik, ve ulkemizde ne yazik ki buyuk olcude yalnizca din ile iliskilendirilmistir. Bu acidan bu maddeler kanimca en buyuk tehlikeyi olusturmaktadirlar. Genel ahlak yazili olmayan kurallardir. Yasalar ise yazili olan toplumsal gorus birligi ile cikmis kurallardir. Yazili kurallarin yazili olmayan kurallari icermesi tamamen absurddur. Bu maddelerin gerekcelerinde taslak hazirlayicilari "genel ahlak" kriterinin dar anlamda kullanilmasini salik veriyorlar, ki bu da hatalarinin farkinda olduklarinin bir kanitidir.

* Zorunlu din dersi (Madde 24 - 4. Fikra) Burada sunulan alternatiflerden, din dersini zorunluluktan cikaran ve bu derslerin ebebeynlerin dini ve felsefik gorusune gore verilmesine olanak saglayan ilk alternatifi dogru buluyorum. Bu fikradaki "felsefi gorus" kavramini da poyitif algiliyorum.

* Din bazli devlet tehlikesine karsi koruma (Madde 24 - 5. Fikra): Bu fikra icin sunulan alternariflerden daha genis sinirlamalari olan ve devletin hicbir isleyis biciminin din tabanina oturtulamayacagini belirten ikinci alternatfini destekliyorum.

* Iskencenin onlenmesi (Madde 32 - 7. Fikra): Hukuka aykiri elde edilen bulgularin kanit olamayacaginin belirtilmesi iskencenin onlenmesi acisindan onemli bir ilerlemedir. Ancak iskencenin onlenmesi icin daha somut bir dil gerekli.

* Vatandaslik (Madde 35): Bu onemli madde icin sunulan alternatiflerden ikincisini biraz degistirerek yeni bir alternatif uretmenin en iyi yol olacagina inaniyorum.

Alternatif 4: Turkiye Cumhuriyetine vatandaslik bagi ile bagli olan herkes din ve felsefi gorus ya da irk farki gozetmeden Turk Milletinin bir mensubudur.

Yorumlarima bir dahaki girdimde devam edecegim.

Thursday 13 September 2007

Yeni Anayasa Taslagi

Abdullah Gül'ün cumhurbaskani adayi gösterildigi kargasali günlerin basinda siyasi blog'umda yeni bir anayasaya ihtiyacimiz oldugunu söylemistim. Ne yazik ki AKP "pre-emptive" bir sekilde ilk anayasa taslagini ortaya atti, ve seküler kesim yine cözüm üretmek yerine AKP'yi elestirmek pozisyonunda kaldi. Ki bu da genis halk kitlelerinde "AKP is yapiyor, digerleri oyaliyor" izlenimi uyandiriyor. Seküler kesim bu yeni anayasaya kendi alternatifini bir an önce getirmelidir. Ama ne yazik ki bunu yapacak gücte bir parti göremiyorum, o zamana kadar yeni Anayasa Önerisi'ni incelemek ve elestirmek en iyi is bizim icin. Bu baglantida'te tam metnini bulabilirsiniz.